KARANLIĞIN MÜJDESİ

Sabahları gün erken başlardı köyünde. Annesinin, evin içinde koşturan sesine uyanmak en büyük zevklerindendi. Hele o pişirdiği ekmeklerin kokusunu aldı mı bir daha uyku girmezdi gözüne. Çocukluk anıları gözünün önünden geçerken tepesinden geçen insansız hava araçlarının sesi kulaklarını tırmalardı.

Uzun bir aradan sonra yeni işine başlayacağı gün duymuştu sesini. Arkadaşlarına danışmıştı ilk iş günü ne giyilir diye. Onlarında tavsiyesi ile ilk iş günü için güzel bir kombin ayarlamıştı. Heyecanla iş yerine giderken duymuştu yine kulaklarını tırmalayan, anılarından çıkartamadığı o sesi... O günden sonra hayatı eskisi gibi değildi artık.

Kafasını sallayıp o günlerden bugüne döndü. Sahiplendiği savunmasız birkaç çocukla beraber çadırda geçiyordu günleri. İşe giderken giydiği güzel kıyafetler yerini “ne bulduysam giydim”e bırakmıştı. Bazen yemek buluyor, bazen de aç yatıyorlardı. Yine de açlığa, kıtlığa rağmen bir şeyler yapmak, üretken davranışlar motivasyonunu yükselten unsurlardandı. Çocukluğundan beri kendine edindiği hayat felsefesi olmuştu: Ne kadar düşersen düş ayağa kalkmalısın! 

Şimdi, tanımadığı insanlar onlara düşmanlık ediyor, yerinden yurdundan göç etmek zorunda kalıyorlardı. Yüksek teknolojilerini kullanıp insanlar üzerinde uygulamalarına, onları yerlerinden etmelerine anlam veremiyordu bir türlü. Ortak milliyete, ortak dine sahip olduğu insanların gördüğü zorbalık insani davranışların çok ötesindeydi. Sahiplendiği yetimlerin dünyadan bihaber hayata bakışları ise onun için umut vericiydi. Bu şekilde geçen günlerin ardından bir gece çadır kampına düşen bombanın sesine uyandı. Nasıl nereye kaçtığını bilemedi. Bu kaçıncı yıkılan evi, yok olan kaçıncı çadırıydı sayamıyordu... Nefesi kesilir gibi oldu, kulakları çınlıyordu, gözlerinin önü karardı. Sabah olunca enkazın sonuçları gözle görülür hale gelmişti. Başına gelen olumsuzluğu kabullenmek kolay olmadı bir köşeye gidip ağlamaya başladı. Ağladı, ağladı, ağladı... Sonra tekrar çadırların olduğu yere döndü, ağlamak rahatlatmıştı. Şimdi işe dönme zamanıydı. Hayatta kalanlar kimler, yaralananlar kimler? Durum tespiti yapıp toparlamaya çalıştı ortalığı... Maalesef durum pek iç açıcı değildi. İnsanın başına gelebilecek ne kadar kötü olay varsa sanki hepsi bu coğrafyaya sıkışmıştı. Sonraki gün hayatta kalıyor olması bile şükür sebebiydi... Kara bulutlar çevresini sarmış nefes alacak yer bulamıyordu artık. “Çok zor geliyor artık dayanmak” dedi göz yaşları içinde.

Gecenin en karanlık anı, aslında sabaha en yakın anıdır. 

Deneyimsel Tasarım Öğretisi ve Hedef

En olumsuz olaylarda bile muhakkak bir müjde vardır demişti bir büyüğü. Şu anda bir müjdeye çok ihtiyacı vardı. Bir yandan enkazları dolaşıyor bir yandan zihninden bu cümleleri geçiriyordu. Yetimlerini de kaybetmişti tek tek... Gözlerindeki masumiyete bakıp dünyaya meydan okumak istediği yetimlerini...

Biraz ilerledikten sonra yıkıntıların arasından kısık bir ağlama sesi duydu. Geceki patlamada yıkılan evden bir bebek sesi geliyordu. Çevrede ne kadar insan varsa seslendi kurtarmak için. Enkaza girenler vefat edenlerin arasında küçücük bebeği tutup dışarı çıkardılar. Üzeri molozlarla kaplanmıştı minik bebeğin... İşte dedi aradığım müjde sensin çocuk. Hemen kucağına alıp üzerini çırptı yüzünü gözünü yıkayıp bulduğu küçük şişeyle su içirmeye çalıştı. Üzüntüden değil sevinçten ağlıyordu.

En karanlığın içindeki parlayan mücevher parçasıydı onun için. Bu öyle bir müjde ki gelecekteki müjdeler için tohum niteliğindeydi. Kimsesi kalmamış bulunduğu ev, mahalle, insanlar veda etmişlerdi bebeğe. Umutla sarıldı “senin ismin ne bilmiyorum ama Musa diyeceğim sana... Firavunun adamlarından, Nil nehrinden kurtulan Musa gibi...” 

Hayatta hiçbir şey sonsuza kadar sürmez, bu zulüm de bitecekti. Yerini güzel günlere bırakacaktı. 

Peki, güzel günlerin gelmesi için ben ne yapabilirim? Evet, gelecek geceden sonra sabahın olması kadar kesin bir kanundu. Ama insandan beklenen de bir çaba var. “Hayatım mahvoldu.” “Ben artık bittim.” diye hayıflanmak yerine her düştüğünde kalkıp mücadeleye devam edenler o günlere ulaşacak cesareti sergiler. İnsandan beklenen de hangi sonuçları elde ettiği değil, çaba göstermesidir. 

Umutsuzluk, çabalamaktan ve mücadele etmekten vazgeçmesi ise insanı zehirleyen bir durumdur.

 


Yorum Gönder

1 Yorumlar

  1. Her kim olursa olsun, insanın derdini dert edinen insanların sayısı arttıkça dünya daha yaşanılır oluyor... Bugün elimizden geleni yapalim, yarın çok geç olabilir... Elinize sağlık

    YanıtlaSil